Lilypie First Birthday tickers

Lilypie Third Birthday tickers

Pages

Monday, June 20, 2011

Lohusa Saçması

Senin yüzünden diyor içimdeki ses,bu kadar çok ağlaması senin yüzünden,bu kadar çok gazının olması senin yüzünden,hem sen eğer doğru düzgün beslenseydin daha tombul doğabilirdi..Sen o gün üstüne başına dikkat etseydin,o kadar çok gazı olmazdı,sesi kısılana kadar ağlamazdı,gece yarıları hastane hastane dolaşmazdınız..Becerip sakin olabilseydin eğer o da bu kadar kasılmazdı.
Sonra keşke çok paranız olsaydı,müstakil bir evde otursaydınız,Melis gece ağladığında bir de üst kattakiler alt kattakiler derdine düşmeseydiniz
Sonra kayınvaliden seni çok beceriksiz buluyor olmalı.Altını düzgün değiştiremiyorsun,doğru düzgün emziremiyorsun,neyi nereye koyayım? diye soruyor hatırlamıyorsun.Aklın bir karış havada.
Sonra sürekli ağlıyorsun,üstün başın ter içinde,saçların darmadağın,pasaklı pijamalarla geziyorsun günlerdir.Uykusuzsun, gözlerinin altında mor halkalar var.Serkan artık seni sevmiyordur belki de,ya da daha az seviyordur kesin.
Sonra annen neden bu kadar hasta,keşke yanında o olabilse,çocuğuna o bakabilse..
Sonra herkesin çocuğu en az 6 aylık,seninki neden hala 11 günlük?Ne zaman büyüyecek,ne zaman gülecek?
Sonra zaten bundan sonra hiç,bundan sonra hiç....
Ne sanmıştın hanım?Çocuk sahibi olmayı kızını süslü süslü giydirip,misafirlerden tebrik toplamak,gelenlere süslü şekerler,şerbetler ikram etmek,lohusa pijamalarını ve hamile olduğunu öğrendiğinde aldığın ilk şey olan (ve asla takamadığın)kırmızı tacını kafana takıp şirin şirin gülümeseyen fotoğraflar çektirmek mi?Yanıldın,çok yanıldın..
Şimdi öyle biri olsa ki ben onun yanında sürekli ruh halimden bahsetsem,o sıkılmasa,ama sen böyle yaparsan sütün kesilir demese,sen strese girince çocuk da strese girer demese,bol bol sıvı tüket demese.Ben aklımdan geçen bin tane saçma şieyi söylesem,sürekli geçmişi hatırlıyorum desem,Serkanı çok özlüyorum desem (yanımdayken bile hatta),hayatımın sonuna kadar böyle mutsuz olacakmışım gibi hissediyorum desem,mutsuz olduğum için çok vicdan azabı çekiyorum desem,canım artık hiçbir şey yapmak istemiyor desem,çocuğunu büyütebilmiş herkesi çok kıskanıyorum,benim kızım hiç büyümeyecekmiş gibi gelyo desem,ağla ağla açılırsın dese..Ağlasam ,ağlasam açılsam...

(Canım kızım bu hislerin senle hiçbir ilgisi yok,Sen doğduğun için çok mutluyum,uyurken sana bakıp sürekli şükrediyorum Allaha,seni bize verdiği için,seni çooook seviyorum.Sen öyle güzel,öyle şirin,öyle masumsun ki.Dünyanın en  güzel kızısın,benim en kıymetlimsin.Bunlar inşallah bir gün senin de tadacağın,kadınlığın karanlık,kasvetli ama son tahlilde geçici bir dönemiyle ilgili.Geçecek biliyorum benim minik prensesim)
(Elif Şafak'ın Siyah Sütteki lohusalık  tanımı)

Saturday, June 18, 2011

Hoş Geldin Bal Arısı...


9 Haziran 2011 günü bu dünyaya


Küçük bir kız geldi;


Küçücük bir kız,


'Benim kızım'

Thursday, June 2, 2011

Hayat Gailesi

(Lunar Lacuna adlı blogdan alıntı)


Bugün bundan sonraki hayatımızın ilk günü.Bunu hayata dair umutlarınızı yeşertmek isteyen ulu bir guru edasında söylemiyorum,tamamen gerçek anlamıyla kullanıyorum:))Bebeğimizin doğmasına az kaldığı için annem geliyor şu anda memleketten.Hanım kız doğup annem gidince kayınvalidem gelecek.4 kişi olacağız,o da giderse bir gün kızımız olacak yanımızda hep ,(belki bir de ikinci çocuğumuz).Yani iki kişilik hayatımız bitti dün.
   Serkan'la dün akşam yemeğinden sonra kendimizi Üsküdar'ın ara sokaklarına vurduk,hiç gitmediğimiz yollardan Kız Kulesi'ne indik,bir bankta belim el verdiğince oturup Kız Kulesi'ni,karşı tarafın ışıklarını,genç çiftlere musallat olan çiçekçi çingeneleri izledik,kağıt helva yedik.Bu arada hiç bir çiçekçinin Serkana musallat olmaması içime oturdu,insan hamile olunca çiçeği hak etmiyor demek ki:))Böylece bekarlığa veda ettik.
  Bu aralar hayatımızda neler olup bittiğine dair bir kaç not yazmak istiyorum şimdi.
  •   Geçen cuma öğretmenler için il içi tayin isteme döneminin son günüydü.Okulumu,çocuklarımı çok seviyorum ama evle okul arası çok uzak olduğundan tayin istedim yine.Gerçi Üsküdar'ın puanları yüksek,okullarda da açık yok ama yine de şansımı denedim.Bu yıl ilk defa bir liseye de tayin istedim.Ben İngilizce Öğretmeniyim.Aslında ilköğretim,ana okulu,lise hatta üniversitelerin hazırlık okulunda bile çalışabiliyoruz ama ben okulu bitirdiğim yıl ilköğretime atandım diye kendimi ilkokul  öğretmeni sanıyorum.Bu yıl gözümü karartıp lise yazdım.Güya dün belli olacaktı sonuçlar ama milli eğitimimizin neresi doğru ki?Hayırlısı olsun bakalım
  • Cumartesi bebek arabamızı aldık.Mutluyuz,gururluyuz.
  • Pazar Serkan'ın işyerinden arkadaşı geldi,eşi ve kızıyla birlikte.Kızları bu yıl ilkokula başlayacak.Laf olsun diye Galatasaray İlköğretim Okulunun kurasına katılmışlar ve yüzlerce kişi içinden kızları bu okulda okumaya  hak kazanmış.Durucuk henüz olayın farkında değil ama anne,babası çok heyecanlıydı,biz de çok sevindik.Her çocuk en iyi şartlarda okuyabilse keşke.Ben de çok özendim.İnşallah benim kızım da böyle iyi okullarda okuyabilir.
  • Pazartesi doktor randevumuz vardı.11 hazirana kadar normal doğum olmazsa sezeryan yapacağını söyledi doktor.Her şey yolundaymış,hanımefendinin başı aşağıda,suyu yeterliymiş,kilosu da 3000 gram olmuş.Haftaya salı tekrar gideceğiz.Bu kadar az kaldığına inanamıyorum.
  • Salı Seyseyciğim geldi ve şekerlerimizi,şeker sepetimizi ve altın yastığımızı hazırladık.Bütün gün karın tokluğuna çalıştığı için söylendi Seysey Hanım:)Beni böyle meyveyle,tatlıyla kandıramazsın dedi durdu,5 kuruş vermedim:))))Canım arkadaşım ellerine sağlık,her şey çok güzel oldu.
  • Bugün de annem geliyor.Geçen ay kayınvalidem buradayken bebeğin her şeyini yıkadık ütüledik,hastane bavulu bile hazırladık ama o gittikten sonra ben yine bir şeyler aldım.Artık annemle de onları yıkar ütüleriz.Haftaya da belki kızım gelir.İnşallah!

Wednesday, June 1, 2011

''Bir Film Eleştirmeni Olarak My Little World''

   Uzuuun bekleyişimiz sürmekte..Öyle uzun geldi ki bana bu hamilelik,sanki doğduğum günden beri hamileyim.Neyse ki tünelin sonundaki ışık görünmeye başladı yavaş yavaş.Çocuğu olan herkes,bunlar iyi günlerin dese de hamileliğin ağır sorumluluğunu üstlenmektense bebek büyütmeyi tercih ederim.Tamam çok zor ama eninde sonunda olacak zaten,bir an önce olsun istiyorum artık.Sürekli ;''böyle yatsam rahatsız olur mu,şöyle otursam bir yerine zarar mı veririm,internet demek radyasyon demek girmemeliyim çok,bir fincancık kahve içsem bir şey olmaz heralde'' diye diye kafayı yemek üzereyim zira:)
  Neyse bu bir hamilelik yazısı olmayacaktı ama tutamadım kendimi yine..Geçen hafta izlediğim filmlerden bahsetmek için gelmiştim aslında ben:
          
  • İlki, The Social Network.Bildiğiniz gibi Facebookun kuruluşunu anlatıyor bu film.Filmden aklımda kalanlar:Amerikalılar gerçekten çok hızlı konuşuyor,baştan altyazısız izleyeyim dedim,sonra gururu bir kenara bırakıp altyazıyı açtım,fark ettim ki altyazılara bile yetişemiyorum.Sorun bende mi diye internette bir dolaştım filmden sonra,konuşmaların hızı konusunda herkesin aynı fikirde olduğunu görünce içime su serpildi.Sonra,Harvard Üniversitesi çok da matah bir yer değil.Garip bir yer,lisedeki gibi çok popüler olanlar ve onlara katılmaya uğraşan ezikler var.Bizim üniversitede hiç görmediğim bir şeydi bu, çok şaşırdım.Koca koca insanlar yahu!Bu bakımdan biraz Ferihanın okuluna benziyordu:)Öyle oscarlık bir film gibi gelmedi bana açıkçası.Filmi izleyince ülkemizde sadece İsmail YK'nın facebooku kuruluş amacına uygun kullandığını öğrenmiş oldum.Çünkü herkes eski arkadaşlarını bulmak için kullanıyor ama adamlar sadece kız düşürmek için kurmuşlar siteyi.Bir de Mark Zuckerberg (sakırbörg diye okunuyormuş bu arada)gerçekten iğrenç bir adammış,bariz fikir hırsızlığı yaparak dönmüş köşeyi.Allahından bulsun diyorum kendisine:))
                
  • İkincisi:İncir Reçeli.Afişi çok ilgimi çekiyordu ne zamandır,bir de Facebook'ta artan hayran listesini görünce alayım izleyeyim dedim.Film bir çok filmin harmanı gibiydi,farklı olayım derken iyice başka filmlere benzemiş bana göre. Kızın saç renginin ve  modelinin sık sık değişmesi,çılgın olması ,adamın ağırbaşlılığı bakımından Eternal Sunshine'a (Sil Baştan);mekanların güzelliği,insanların entelliği ,çok güzel müzikler barındırması bakımından Issız Adam'a;taraflardan birinin amansız hastalığı,fotoğraf hikayesi  sebebiyle Aşk Tesadüfleri Sever'e ve çoooook zorlama bir yanlış anlama sahnesiyle dünya üzerindeki tüm romantik komedi filmlerine ve hatta pembe dizilere benziyordu.Haksızlık etmek istemem,güzel müzikleri,güzel insanları,güzel İstanbul'u izlemek çok keyifliydi,akıp gitti,sıkıcı değildi kesinlikle ama sonrasında oturup düşününce çok özgün,çok derinlikli gelmedi bana.

  • Üçüncüsü ise Les Petits Mouchoirs (Küçük Beyaz Yalanlar)isminde bir Fransız filmi.Çok yeni bir filmmiş aslında ama ben hiç duymamıştım,tesadüfen aldım.Dünyanın bütün kültürlerini,insan ilişkilerini,insanların evlerini,yemeklerini merak eden biri olarak Türk ve Amerikan filmleri dışında bir film izlemeyi çok seviyorum.Açık unutulmuş pencereden içeriyi seyretmek gibi (ki bunu da çok severim,eşim sürülkleyerek götürür böyle evlerin önünden:))...Arkadaşlık ilişkilerini sorgulayan bir film ama bunu sıkıcı,boğucu ağır bir biçimde yapmıyor.Tatilde geçen bir film olduğundan çok hafif bir şekilde yapıyor.Tuhaf bir grup arkadaş içlerinden birinin davetlisi olarak yazlığa gidiyorlar,hepsinin hikayesi ilginç ve hepsi ayrı ayrı anlatıldığı için film benim postlar gibi biraz uzun:))tam 2,5 saat sürüyor.Lakin dediğim gibi,sıkıcı değil.Uzuun yaz öğleden sonraları,deniz,güneş,uzun masalarda yenen kalabalık yemekler,keyifli sohbetler,sevimli çocuklar,serin akşamüstleri,tekne gezileri derken vakit uçup gidiyor.Senarist insan psikolojisinden çok iyi  anlıyor,çok güzel anlatmış herkesin ruh halini.Oyuncular da çok başarılı,izlenesi bir film bence.
     Film eleştirilerime burada son veriyorum efendim.Hamilelik yazılarıma ise 2 hafta kadar devam edeceğim kısmetse:))
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...